MİLLİYET – 22 TEMMUZ 2016 CUMA  –  ALİCE

“Darbe girişimi”nin aydınlanmayan yanlarına rağmen anlatılanlar ve yazılanların ortaya serdiği çıplak gerçekler de var.
Genelkurmay’ı yönetenlerin kışlalardaki tuhaf hareketliliği askeri istihbarat yerine MİT’ten öğrenmiş olması dehşet verici.
MİT Başkanı Hakan Fidan, Genelkurmay’a önce yardımcısını gönderdi. Ama sonradan anlaşılıyor ki, yıllardır Genelkurmay başkanlarının odasına her gün dinleme cihazı yerleştirip, sonra da bu kayıtları Telekom’daki “abi”lerine veren
hainler kuşatmış Akar’ın etrafını. Bu hamlenin bir faydası olmayıp, “darbenin ayak sesleri” çoğalınca, yardımcısının ardından MİT Başkanı, kendi gitmiş Genelkurmay’a.
Sonuç değişti mi?
Hayır…
Fidan, MİT’in istihbaratını askerden önce Başbakan ve Cumhurbaşkanı ile paylaşsa, sonuç böyle mi olurdu?
Sanmıyorum…
Genelkurmay Başkanı, kendi istihbarat teşkilatı dururken kışladaki hareketliliği MİT’ten, ülkenin “Başkumandanı” “darbe girişimi”ni eniştesinden öğreniyorsa, anormal bir durum var ortada.
MİT Başkanı’nın “görev kusuru” işlediği, askeri istihbaratın ise
“derin uykuda” ya da FETÖ’cülerin elinde olduğu kesin.
O yüzden iki istihbarat örgütünün sil baştan yapılanması şart.

LANET OLSUN, ASKERİMİZE BU TRAVMAYI YAŞATANLARA 

Polisin linçten kurtardığı zavallı asker Umut Can Güler’in babası Adem Güler’in anlattıklarını okurken içim parçalandı, gözlerim doldu. Bakar mısınız, o babanın anlattıklarına?
“Bir aylık asker benim oğlum. Olaylar başlamadan 21.00 civarında telefon etti. Sevinçli bir şekilde, ‘Baba ben tatbikata gidiyorum’ dedi. ‘Oğlum, hayırlı olsun’ dedim. Olaylar başlayınca telefon ettim, ulaşamadım. Ertesi gün 05.00’te hastaneden telefon gelince yanına gittim. ‘Taburdan ne diye çıkardılar sizi?’ diye sordum. Onlara tatbikat var, herkes hazırlansın, tam teçhizat, tüfekler boş talimatı vermişler. İyi ki tüfekleri boşmuş. Başlarındaki uzmanlar, ‘Arkadaşlar oyuna geldik. Bu işte bir sıkıntı var, kaçın’ demiş. Tankları çevirip, kaçanlar kaçmış. Çocuğum kaçamamış, tank arızalanmış.
Oğlumun o halini televizyondan izlerken bittim o an. Ben onu açlıkla, yoklukla, fakirlikle büyüttüm. Bisiklet alamadım, yalvardı bana. Yoktu, alamıyordum. Bir defter – kalem alıp okutamadım. Benim çocuğum cahil. Okur yazarlığı yok. Konuşma engelli, kekeme. Yaşadığı travmanın hesabını kim verecek?”
O nedenle vatandaş olarak bize düşen görev belli:
Birincisi; demokrasiye sonuna kadar sahip çıkmak.
Ülke normale dönüp, yargı işlemeye başlayınca, ailelerin “ülkeyi korusunlar” diye kendilerine emanet ettiği evlatlarını bu duruma düşüren “vatan hainleri”nin ve de emir kulu Mehmetçiği “düşman askeri” gibi linç etmeye kalkan “caniler”in de yargı önünde hesap vermesinin takipçisi olmak.
“Allah belalarını versin” demek yetmez.  Bu “kansızlar” yargılanırken, adliyeler önünde toplanıp, yargının onları en ağır cezalara çarptırması için de baskı kurmak şart.

GÜNÜN SÖZÜ

Güya, “Güzel günler göreceğiz çocuklar” şarkısıyla büyüdük, ama yarım asırdır gün yüzü görmedik!  (Ali Eyüboğlu)