MİLLİYET CADDE – 8 Mayıs 2012 Salı ALİCE
Bir tanıdığım arayıp, bindiği korsan taksinin kendisini bıraktıktan sonra Saba Tümer’i almaya gideceğini söyledi. Hemen Saba’yı arayıp, korsan taksi kullanıp kullanmadığını sordum. Kahkahayı patlatan Saba, “Yok böyle bir tesadüf. Şu an Amerika’dayım sokaktayım ve bir saattir taksi bekliyorum” dedi…
Beni tanıyanlar bilir; korsanla işim olmaz. Ne korsan kitap, CD veya oyun almışlığım vardır ne de ‘korsan taksi’ye binmişliğim.
‘Taksi’ye oranla çok ucuz ve temiz diye ‘korsan taksi’yle ulaşım sorununu çözen bir tanıdığım aradı.
Saat 21.30 sularıydı.
Bindiği ‘korsan taksi’nin kendisini bıraktıktan sonra Saba Tümer’i almaya gideceğini söyledi.
İnsanların ‘korsan taksi’ kullanmasının sebebi ‘tamamen duygusal’.
Saba Tümer’in ‘tamamen duygusal’lık bir durumu yok bildiğim kadarıyla.
Şayet buna rağmen ‘korsan taksi’yle çözüyorsa ulaşım sorununu başka bir sebebi olmalı.
Vakit geçirmeden hemen aradım Saba’yı.
Hoş-beş’ten sonra girdim mevzuya.
Olayı anlatıp, sordum ‘korsan taksi’ kullanıp kullanmadığını.
Saba Tümer, meşhur kahkahalarından birini patlattıktan şöyle dedi?
“Yok böyle bir tesadüf. Şu an Amerika’da sokaktayım ve bir saattir taksi bekliyorum, taksi yok ortalıkta.”
TÜRK SiNEMASI iÇiN ‘ESAS’LI BiR HAMLE
470 salon ve 74 bin koltukla sinema işletmeciliğinde 2011’i 3 milyar TL ciroyla kapatan Esas Holding’in CEO’su Çağatay Özdoğru, 2012 hedeflerini 3.5 milyar TL olarak açıklamış ve ilave etmiş:
“Son yıllarda Türk sineması ortalama 40 milyon seyirciyi yakalıyor. Ancak 1970’li yıllarda sinemaya 80 milyon kişi geliyormuş. O dönemlerdeki Türk filmlerinin sayısı bu rakamlara ulaşılmasında en önemli etkenlerden birisiydi. Türkiye’de şu anda bir kişinin sinemaya gitme oranı iki yılda bir olarak ölçülüyor. Avrupa’da yılda iki kez, Amerika’da yılda dört kez sinemaya gidiliyor. Geçmişte Türkiye’de de yılda dört kez sinemaya gidilebiliyordu.”
Özdoğru’ya göre bu rakamlara yeniden ulaşılabilmesi için filmlerin iyi tanıtılması gerekiyormuş.
Esas Holding, ayrıca yerli filmlere finansal destek vermeyi planlıyormuş. Gerçekten de ‘esas’lı bir hamle bu.
Ancak Özdoğru’nun ‘esas’ konuyu atlamış olması şaşırttı beni.
Esas Holding, sinemaya değil finansal destek, oluk gibi para akıtsa bile Türkiye’nin sinemalara akın ettiği dönemi yakalaması mümkün değil artık.
Ne Türk sineması, o yıllardaki sinema, ne de Türkiye o eski Türkiye.
Türk izleyicisi 70’li 80’li yıllarda TRT’nin yayınlarına mahkumdu, şimdi hangi televizyon kanalını seyredeceğini şaşırmış durumda.
Kanal D’den Fox’a, Star TV’den Atv’ye, TRT 1’den Show TV’ye bir yığın kanalda her gece bir sürü dizi var.
Her biri gişe rekoru kıran Türk filmleri tadında.
Çünkü çoğu, filmlerin en can alıcı yerlerinden aşırma.
İnsanların evlerine kadar gelmiş böylesine ‘beleş bir hizmet’ varken, sinemaya gitmek için vakit ve bütçe ayırmalarını beklemek hayalcilikten başka bir şey olmasa gerek.
Gelelim filmlerin yeterince pazarlanıp pazarlanmadığı konusuna.
Yapımcıların filmlerin PR’ı konusunda klasik metotların dışına çıkmadıkları doğru.
Hatta bu işe ciddi bütçeler ayırmadıkları da.
Ancak Özdoğru’nun yine atladığı ‘esas’lı bir konu da şu:
Tıpkı fazla tıraşın cildi bozması gibi, vizyona giren filmler için yapılan aşırı tanıtım faaliyetleri ters tepiyor ve doz aşımı (overdose) etkisi yapıyor çoğu zaman.
Excel tablosundaki rakamlara bakıp konuşmak güzel, ama sahaya indiğiniz zaman ‘ex’ oluyor excel.
Ama her şeye rağmen Esas Holding’in film üretimine katkı sağlamayı düşünmüş olması bile güzel.
Biz ne holding patronları gördük, film kutularını gösterip “Bu teneke kutulara bu kadar para yatırılır mı?” diyen.
Büyük sermaye grupları sinemayı ciddi bir yatırım alanı görmediği için bu işe yatırım yapmadı, o yüzden de Türkiye’de sinema endüstrisi oluşmadı.
Şimdilik bir tane bile olsa bir holdingin sinemayı kredi verilecek bir alan olarak görmesi gerçekten de ‘esas’lı bir gelişme olmalı.
MEDYA ÜZERiNDEN ESKi EŞ YA DA SEVGiLiDEN iNTiKAM
İsimlerini vermiyorum. Hepsini tek tek yazmaya kalksam zaten bana ayrılan köşe yetmez.
Ayrıca yazıyı okuyunca onların kimler olduğunu anlayacağınız kanaatindeyim.
Bir ünlüyle bir ünlü ya da o sayede ünlü olan kişiyle yaşıyor bir ilişki.
Hatta evlilik yaparak ilişkilerini resmileştiriyor kimi.
Bu ünlülerin arasında o ilişkinin yürümeyeceğini, o kişinin asla iyi ya da ideal bir baba olmayacağını, o çocuğun ‘baba sevgisi’nden mahrum büyüyeceğini bile bile sırf annelik duygusunu tatmak için doğuran ünlüler bile var.
Aralarındaki ilişki ‘iyi’yken magazincilere karşı tek vücut olan bu insanlar, bir bakıyorsunuz yolları ayrılınca medyayı eski eşe veya sevgiliye karşı ‘intikam aracı’ olarak kullanmaya başlıyor ve ayıp oluyor.
GÜNÜN SÖZÜ
Yemişim ‘aşk acısı’nı…
Sen hiç ayak serçe parmağını koşarken sehpaya çarptın mı? :))