29 EYLÜL 2019 PAZAR – MİLLİYET CADDE – ALİCE
Amerika Birleşik Devletleri’yle Kuzey Kore bile barıştı, Yeşim Salkım’la Gülben Ergen arasındaki savaş bitmedi. Bitecek gibi de değil!
Taraflar arasındaki davalardan birinin duruşma öncesi, “Durun, Gülben Ergen’e altın vuruşumu yapmadım” diye yazan Salkım’a, ‘Magazin Noteri’nin canlı yayınında sorduk, hamlesinin ne olacağını… Konuşmasına, “5 Aralık’ta duruşma var, bekliyorum Gülben’cim. Çok özledim seni. Eskiyi yâd ederiz” diye başlayan Salkım şöyle devam etti:
“Demiştim ki ‘Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük … kadını.’ ‘En zeki’, ‘En akıllı’ diye doldurabilirsin nokta noktayı… Durup dururken kafayı Gülben’e takmış değilim. Bir sebebi var. Bu sebebin de elimde delilleri var. Aralıkta mahkemede görüşürüz. ‘Altın vuruş’ aralıkta mahkemede delil olarak gelecek. Annem de gelecek tanık olarak. Başka tanıklarım da var.”
Bakalım Yeşim Salkım, Aralık’taki duruşmada mahkemeye Hakan Uzan’la Ergen arasındaki ilişkiyi kanıtlayacak nasıl deliller sunacak?
ERBİL’LE AYNI HASTALIĞA YAKALANAN İKİNCİ TÜRK KİM?
Mehmet Ali Erbil, 258 gün yattığı hastaneden taburcu olduktan sonra ilk canlı yayınına çıktı. Cuma günü Kanal D’de ‘Müge ve Gülşen’le 2. Sayfa’ya çıkan Erbil’in, hastalığı süresinde yaşadıklarını anlatırken ağlaması kadar, yaptığı şu açıklama da beni etkiledi: “Kaçış Sendromu Türkiye’de iki kişide var, biri benim.”
82 milyon nüfusu olan Türkiye’de kaçış sendromu hastası iki kişiden biri olan Erbil’in bu nedenle yaşadıklarına tanık olduk, iyileşmesi için dua ettik.
Türkiye’de Erbil gibi Kaçış Sendromu’yla uğraşan diğer hastanın kim olduğunu biliyor muyuz?
Hayır.
Google’da sorguladım, ama bulamadım Erbil’le aynı rahatsızlığa yakalanan Türk’ün kim olduğunu… O hasta kim bilir neler yaşadı ama yakınlarından başka kimsenin haberi bile olmadı.
DEPREMCİLER KOROSU!
“Değerli takipçilerim, bazı arkadaşlar beni yeterince tanımıyormuş. Eğer hoş görürseniz kısaca kendimi tanıtayım. İTÜ’den emekli oldum. Bilim Akademisi üyesiyim.
TÜBİTAK Bilim Kurulu üyeliği yaptım. Uzun yıllar aynı kurumun deniz araştırmaları koordinatörüydüm.
Yine TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Başkanı olarak görev yaptım. 1999’dan 2014’e Marmara Denizi’nde yapılan tüm deprem araştırmalarının koordinatörü ve ekip başkanıydım. Marmara’nın dibine dalıp, fayı inceleyen birkaç kişiden
biriyim.”
Twitter’da kendini tanımayanlara tanıtan kişi; Türkiye’de deprem bilimi konusunda en yetkin birkaç isimden biri,
Prof. Dr. Naci Görür.
1999 depreminden sonra Marmara ve İstanbul’u bekleyen tehlike konusunda en bilimsel, gerçekçi, ama acı
tabloyu ortaya koyan bir bilim insanının sosyal medyada kendini tanıtmak zorunda kalması, ne kadar acı!
Peki bu kimin ayıbı?
Bunun yanıtı ve daha da acısı Görür’ün, “Ekrana çıkan her hoca farklı bir şey söylüyor, kime inanalım?” diye soranlara verdiği yanıtta saklı.
‘Depremciler korosu’na katılmaktan hazzetmediği için TV kanallarına çıkmadığını vurgulayan Görür’ün Romanya’dan yaptığı uyarı şu:
“Her şeyde olduğu gibi deprem konusunda da kirlilik yaratılıyor. Sizlere tavsiyem, Marmara Denizi’nde çalışmamış, araştırma yapmamış kimselere kulaklarınızı tıkayınız. Kim bilimsel platform-larda ne yapmış, araştırın lütfen. Bu çağda bunları bulabilirsiniz.”
Bu işin yurttaşa düşen kısmı… Peki, “Deprem uzmanıyım” diyen herkesi ekrana
çıkaranların da bu aynı araştırmayı yapıp, sapla samanı ayırması gerekmez mi?
GÜNÜN SÖZÜ
“Değil mi ki yaşam bir yerde ölümle yani yoklukla sonuçlanıyor, öyleyse nedir bu didinip durma, bu yedim-içtim, aldım-verdim, benim-senin kavgasının anlamı?” (Albert Camus)